Milli kültür ve kalkınma
Bir toplum içinde aynı devrin çocukları aynı ruhu taşımıyorlarsa orada millet diye bir varlık yoktur veya varsa bile tehlikede demektir. İşte kültür ve sanatın önemi bu milli birlik ruhunu yaratmasında, aynı devrin çocuklarını aynı ruhu taşımağa mecbur etmesindedir.
İnsanlardaki mizaç ve karakterin millet bakımından karşılığı kültürdür: Kültür bir milletin karakteridir: Ve bu bakımdan da millidir. Nasıl, bir insandaki karakter onun bütün iç benliğinin bir tezahürü ise, bunun gibi, bir milletin kültürü de bütün müesseselerinin bir meyvesi, bir sonucu gibidir.
Benliğin yitirilmesi, züppeleşmek, yozlaşmak, soysuzlaşmak demektir. Taklitçilik ise insanı olduğu kadar milleti de maymunlaştırır. Kültür ile medeniyet arasındaki büyük farka dikkat etmek gerekir. Medeniyet, kültür gibi milli değildir, o milli sınırları tanımaz, evrenseldir. Bu noktanın önemini belirtmek isterim.
Kalkınmak ve ilerlemek fikirlerinin doğduğu tarihten bu güne kadar bir batılâşmak hastalığına yakalandığımız ve tıpkı otomobil ithal eder gibi batıdan siyasî ve iktisadî sistemler ithal ettiğimiz muhakkaktır. Bu gibi davranışların koyuna kurt dişi takmaktan veya bir hastayı süslü püslü elbiselerle donatmaktan hiç farkı yoktur. Bir hastalığa başka bir hastalığın ilâcını uygulamak kadar tehlikeli bir şey olabilir mi? Sözgelimi İngiltere'nin siyasî veya iktisadî sistemi İngiltere'ye uygun düşüyor ve orada parlak sonuçlar doğruyorsa, bu aynı sistemin Türkiye'de de olumlu ve verimli sonuç doğuracağına delil olamaz. Aksine orada çok iyi sonuç veren bir sistem, burada çok kötü bir sonuç verir. Çünkü İngiltere'nin sosyal şartları Türkiye'ninkinden çok farklıdır. Ve gene İngiliz kültürü Türk Kültürüne hiç benzemez. Bunları söylememiz sebepsiz değildir. Kültürün bir millet için taşıdığı önem göz önüne alınmadan taklit hastalığına kapılarak dışardan rejim ve sistem ithal edilirse sonuç; yıkım olur. Bazen aynı devrin çocukları aynı ruhu taşımalıdır derken kastettiğim, bir milletin siyasî, iktisadî ve öbür müesseselerinin milli kültürle ahenkli olması gerektiğidir. Medeniyet ve teknik içinde aynı gerçeği ifade etmeliyim. Batıdan ithal edilen müesseseler bana bir kağnı arabasına uçak motoru takmak gibi çok mantıksız görünüyor. Ve bu hal bizi hazırlopçuluğa alıştırıyor ve tembelleştiriyor. Gene bu sebepten kendi öz yaratıcılık gücümüzü yitiriyor ve aşağılık duygusuna kapılıyoruz. Şekli yönden batılılara benzemekle medenî olmadığımız şüphe götürmez bir gerçektir.
Bugünkü durumda Türkiye'deki medeniyet bir ithal malı medeniyeti, bir tüketim maddeleri medeniyetidir ve sadece sözdedir. Bizzat üretici ve yaratıcı olmayan milletler ,eritilmeye mahkumdurlar. Üstelik ve her halde acısı, böyle milletlerin milli kül
türleri de bir istilâya uğrar, yabancı kültürlerin etkisi altında erir ve yok olur. Medeniyet alanındaki gerilik milli kültürün ölümüne yol açar. Çağdaş dünya kanlı cephelerde dövüşerek değil, soğuk harpte zafer elde etmek peşindedir. Bunun için de başvurulan en tesirli yol kültür istilâsına girişmektir. Geri ülkelerin kültür istilâsına karşı çok uyanık olması gerektiğini özellikle belirtmek istiyorum. Dış düşmanlar artık zırhlılarla Çanakkale'ye çıkarma yapmağa lüzum duymadan, sinsice kültürümüzü soysuzlaştırmak, bizi millî benlik ve ruhumuzdan, yani kültürümüzden soğutmak amacı gütmektedirler. Bu hususu açıkladıktan sonra şu noktalara da işaret etmek isterim:
Türkiye'nin kalkınması herşeyden önce bir milli kültür ve milli uyanıklık meselesidir. Millî kültürün korunmasını ve yayılmasını, yaratılmasını üzerine almış olan aydınların ve sanatkârların Türk toplumunu rüyasından uyandırmaları, ona kendi öz benliğini hatırlatmaları çok kutsal bir hizmet olacaktır. Türkiye'de yaşayan insanların mutluluklarının, çözülmez bir birlik ruhu içinde birbirleriyle kaynaştırılıp yoğrulmasıyla gerçekleştirilebileceği inancındayım. Bunun için de gene kültür yaratıcılarına düşen görev büyüktür. Bunlar millî kültürü korumakla toplumsal orkestraya ahenk verecekler, müesseselerimiz aynı ruhu taşımaya mecbur edeceklerdir. Bu amaçları hızla gerçekleştirmek için güzel sanatların halk hizmetine yöneltilmesi ve millî fikir hareketlerinin yaratılması gerekir. Romanlarımızla, Şiirlerimizle, tiyatro ve sinemamızla tek bir ülküyü, Türk Ülküsü'nü terennüm etmeliyiz. Öyle sanıyorum ki "biz bize benzeriz" diye millî kültürün önemini belirten atalarımıza lâyık olabilmek için, başkalarına benzememek zorundayız. Taklitçiliği bırakmak zorundayız. Bu uğurda çaba sarf eden herkese karşı duyduğum sevgi büyüktür.
Memleketimizin kendi gücü ile ayakta durabilecek hale gelebilmesi için câri harcamaları asgarî hadde indirmek ve ziraat alanı ile sanayi alanında verimliliği süratle arttıracak geniş ve büyük yatırımlara girişmek lâzımdır. Ayrıca hergün boşa gitmekte olan iş gücümüzü değerlendirmek için halk enerjisini seferber etmek gerekir.
İçinde bulunduğumuz çağ, ilim ve tekniğin büyük gelişmeler kaydettiği bir çağdır. İlim ve teknik bugün insan toplulukları için hakikî mucizeler yaratan bir imkân kaynağıdır. Bütçenin çeşitli bölümleri arasında, bu konu için özel bir plâna ve faaliyete yer verdiğini görmedik.
Bütün bir milleti, kısa zamanda ilim ve kültür yönünden yükseltmek güç bir iştir. Fakat kısa zamanda 5-6 bin kişilik üstün kaliteli bir âlimler kadrosu meydana getirmek nispeten kolay bir iştir. Böyle üstün kaliteli bir kadro da memleketimizi büyük hamlelere götürebilir. Geniş ilmi ve teknik araştırmalara girişilmesi ve Türkiye'nin ilmin önderliğinde hızla kalkındırılması yollarına başvurulması gereklidir.
% 7 nispetinde bir kalkınma hızı ve % 18 nispetinde bir yatırımın, Türkiye için çok az olduğunu da önemle belirtmek isteriz. Japonya'nın % 25 ve Çin'in % 18 rakamını esas alması uygun olamaz. Yapılan yatırımların yalnız ve yalnız üretimi artıracak sahalara yönetilmesi, kurtuluşumuz için esas olarak görmekteyiz.
Büyük imparatorluklar kuran, kıtalara ve enginlere hükmeden ve her gittiği yere medeniyet ve ışık götüren bir neslin evlatları olarak vazifelerimizi hakkıyla yapabildiğimizi iddia edemeyeceğiz.
Devletine itaatkâr, millî servetin âmili ve vatanî vazifesine "ya gazi, ya şehit" anlayışıyla giden Türk ferdi yarınından emin değildir. Geçimini temin etmek için kadın ve erkek yabancı devletlerin kapılarında kuyruğa girmiş vatan çocuklarının göstermiş oldukları manzara elem verici olduğu kadar, sosyal dayanışma ruhu bakımından da birçok mahzurlar tevlit eder. Vatan hasreti içinde mazide hükmettiğimiz insanlara muhtaç olarak yaşamak elem vericidir, bu itibarda kendi vatanımızda girişeceğimiz ileri hamlelerle sanayileşmemeğe yönelmek temel vazifelerimizden olmalıdır. Gizli ve açık işsizliği yenerek müreffeh ve kuvvetli Türkiye'nin yaratılması için topyekun çalışma ve yarışma seferberliğine girmek zorundayız.
Esefle ifade etmek lâzımdır ki, yol, okul, öğretmen, sağlık ve sigorta işleri planı ve programlı bir şekilde ele alınmamış, gelmiş geçmiş siyasi iktidarlar rey endişesi içinde temel dâvalara yönelmemişlerdir.
Bölgecilik ve bölücülük gayretleri karşısında mefkûre duygusunun gösterdiği istikamette ve devlet vakarı ile bağdaştırılabilecek hiçbir ciddî adım atılmamıştır.
Türk halkı ile okumuşlar arasındaki fikir ve duygu âhenksizliği içtimai bünyemizde telafisi güç yaralar açmıştır. Bu durumdan ve meydana getirdiği buhrandan kurtulmak için ciddî bir millî eğitim reformu şarttır. Mevcut iktidarların böylesine temel tedbirlere girişemediğini görmek ıstıraplarımızın başında gelmektedir.
Türk siyaset hayatına, bunca elem verici hadiselerden sonra ciddîyeti ve hizmet şuurunu sokamamak gerçekten acıdır. Nemelazımcılık ve mesuliyetsizlik kahredici bir hal almıştır. Milletlerarası münasebetlerde milli izzeti nefsimizi kurtarmış sayılamayız. Üzerinde bulunduğumuz toprak parçasının jeo-politik ve stratejik durumu çok dikkatli olmamızı gerektirmektedir. Kıbrıs meselesi ıstıraplı bir mesele olarak, basiretsiz ve liyakatsiz ellerde gelecek yıllara bırakılmıştır.
Ziraat memleketi olan Türkiye'nin Amerika'dan buğday ve pirinç ithal etmesi ayrı bir yaradır. İthalât ve ihracat işlerinin milli menfaatler yönünden yeniden ele alınması gerekmektedir. İktisadi devlet teşekkülleri ve devlet daireleri millete hizmet etme ve verimli olmanın şuur ve metoduna henüz varamamışlardır.
"Bürokrasi", devlet teşkilâtını kanserleştirmiştir. Müesseselere günlük politikanın girmesi ise işleri büsbütün karıştırmış ve hizmet şuurunu aksatmıştır.
Kalkınmanın mânası
Külfet ve nimet dengesinin kurulmadığı bir memlekette huzur olamaz. Komşusu açken tok uyuyan insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda içtimaî adâletten söz edilemez.
Bize iktisadî görüşünüz nedir diye soruyorlar. Bunu defalardır açıkladık, gene açıklıyoruz... Türkiye, şimdiye kadar bir tarım memleketi olarak gösterilmiş ve yatırımlar devamlı bu yönde olmuştur. Dünyanın hiçbir memleketi tarım ile kalkınamaz. Eğer Türkiye'nin böyle kalkınacağını savunanlar hâin değilseler en azından gafildirler. Türkiye, kalkınmak için sanayiye kaymak ve ziraatta çalışanları bu sahaya aktarmak mecburiyetindedir. Sanayi, bazılarının iddiâ ettiği gibi, şu ya da bu memleketten fabrikalar alıp işletmek mânasında değildir. Bugüne kadar sanayi hep bu şekilde gösterilmiştir. Nazilli ve Kayseri bez fabrikalarını kuranlar memleketi sanayiye kavuşturduklarını iddia etmişlerdir. Sanayi bu değildir. Biz Türkiye'de dışarıdan alınan fabrikaların monte edilmesini değil, fabrikayı da yapan fabrikaların kurulmasını savunuyoruz. Türk devleti birinci safhada kendi kendine yeten bir devlet olmalıdır. Milli sanayimizi baltalayan her engel ortadan kaldırılmalıdır. İnsan gücü zirai sektörden sanayi sektörüne kaydırılmalıdır.
Plânlarımızın içinde yatırımları teşvik vardır. Halkın elindeki ölü sermaye, devletin öncülüğü ve kefaleti ile büyük yatırımlara yöneltilecektir. Türk işçisi çalıştığı fabrikanın hem ortağı, hem de işçisi olacaktır. Taş binalara milyonları gömme devri artık kapanmalıdır. Türk milletinin israfçı ve ölü yatırımlara tahammülü yoktur.
Türk köylüsünün aldığı pahalı, sattığı ucuzdur. Onu bu durumdan kurtaracak istihsal - satış - istihlâk kooperatiflerinin kurulmasını zaruri görmekteyiz. Kooperatifçilik Türk milletine bir çok faydalar sağlayacak bir yoldur. Buna gereken önemin verilmesi, devletin öncü olması ve himaye etmesi şarttır.
Mülkiyet hakkı mukaddes haklardandır. Mülk insandan bir parçadır. Bunu böyle kabul ederiz. Fakat mülkü elinde bulunduranlar bunu diğer kişilerin aleyhine kullanamazlar. Buna izin vermeyiz. Mülk sahibi devletin gösterdiği yoldan yürümek, milletin menfaatlerini gözetmek zorundadır.
Yaygın sanayileşme
Sanayileşmenin başıboş, gelişigüzel ve tüketim mallan imalâtına yönelmiş olması sanayileşmeden beklediklerimizi bize veremez. Zira müteşebbis zaruri olarak ulaştırma imkanının, bol pazarlamanın kolay, ihtiyacın tez sağlandığı bölgelere yönelmektedir. Bu bölgelerin bir numaralısı İstanbul - İzmit arasıdır. Ve bütün fabrikalar bu bölgeye yığılmaktadır.
Yatırımların büyük merkezlere yapılmasından ve sanayimizin belirli büyük merkezlere yığılmasından vazgeçilmelidir. Büyük merkezlerden çevreye doğru yayılma, tutumu zararlıdır. Şimdiye kadar bütün iktidarlar ve yanlış tutumda inat etmişlerdir. Sanayileşmeyi bölgelere adaletli şekilde serpiştirmek ve çevreden büyük merkezlere doğru yöneltmek Mİlliyetçi Hareket görüşün benimsediği yeni bir ilkedir. Ölü yatırımlardan kaçınılmalıdır.
Yanlış uygulamanın sürmesi yüzünden Anadolu'nun her yerinden iş aramak için çıkmış binlerce vatandaş büyük sanayi bölgelerine akmakta, zorla büyümüş olan bu şehirlerde kökünden kopmuş, örf ve adetini yitirmiş, ananelerinden ayrılmış yığınlar teşekkül etmektedir. Bu birikinti her çeşit kötülüğe hazır bir ortam teşkil etmektedir.
Vatandaş iki fecaatten birini tercihe mecbur kalmaktadır. Ya iş bulmak için kökünden kopacak, yahut kökünden koparmamak için yoksulluğa razı olacak. Millet mutlaka bir kötülüğe maruz kalmaktan kurtulamayacak.
Bu açmazdan çıkmak için sanayinin yayılmasını sağlayacak tedbirler almalıyız. Bu tedbirleri ana hatlarıyla şöylece sıralayabiliriz.
a) Tarım yapısından sanayi yapısına geçmek için köyleri, en az beş bin nüfuslu kasabalar halinde birleştirmek.
b) Bu kasabalara alt yapı yatırımlarını (yol, su, elektrik) temin etmek.
c) Karabük ve Kırıkkale gibi yeni -fabrika şehirlerimizi geri kalmış bölgelerimize serpmek.
d) Geri kalmış bölgelere tahsis önceliği tanımak.
e) Ayrıca bu gibi bölgeler için vergi indirimi, gümrük muafiyeti, kredi yükseltilmesi, faiz düşürülmesini sağlamak.
Bu suretle vatandaşın iş imkanı kökünden kopmadan sağlanmış olur. Bu başıboşluk devam ettiği takdirde Türkiye'nin içinde bulunduğu buhranın artarak devam edeceği şüphesizdir. Bu tedbirler için geçirilen her saniye millî beriliğin zararınadır. Sanayinin belli başlı bir iki bölgede yoğun bir şekilde yığılması Tûrk köylüsünün iş bulmak için bu bölgelere akmasına yol açmaktadır.
Böylece büyük şehirlerin çevresinde alabildiğine yayılan gecekondu mahalleleri, sefalet yuvaları meydana gelmektedir. Bu hâl sosyal bir erozyona sebep olmaktadır.
Prensip olarak kalkınmanın büyük merkezlerden başlatılması hemen hemen bütün iktidarların işledikleri fecî hatâlardan birisidir.
Kalkınmanın büyük merkezlerden çevreye doğru değil, çevreden başlatılarak büyük merkezlere doğru yürütülmesi lazımdır.
Anadolu'yu ele almak ve köylüyü kalkındırmak için bütün imkânları seferber etmek tek çıkar yoldur.
Sanayileşme ve Doğu Anadolu
Sanayi, gelişmiş bölgelere yığılmak temayülündedir. Bu tabiî ve beşeri bir haldir. Ancak bu halin devamı memleketin bir bölgesini geliştirirken diğer bölgeleri geriletmektedir. Sanayileşmiş bölgelere taşradan gelen nüfus akımı da bu şehirlerde kökünden kopmuş, örf ve âdetini yitirmiş, ananelerinden ayrılmış yığınlar yaratmaktadır. Bu suretle meydana çıkan büyümüş şehirler içtimaî âfetlere hazır bir vasat teşkil etmektedir. Türk vatandaşı kendi bölgesinde işsiz, iş bulduğu bölgede metruk bir halde ve büyük bir sıkıntı içindedir. Bir iş yeri 6 kişiyi besler, bu ekonominin kanunudur. Binlerce işçi çalıştıran Karabük köyünde 55 bin nüfuslu bir şehir teşekkül etmiştir. % 7 kalkınma hızını takip ederek kalkınmaya uğraşmak, bugünkü Amerika seviyesine 250 sene sonra gelmeye razı olmaktır. Bu kadar ağır hirtempoya tahammül edilemez.
İşçiler sanayiye ortak edilmeli, bütün milletin gücü büyük bir şevkle kalkınma hamlesine teksif olunmalıdır. Sermaye, emek ve bilgi devletin yol göstericiliği ile yurdu mamure haline getirebilir. Aciz iktidarların, şevkten ve imandan mahrum idarecilerin küçük hesaplarından uzaklaşmalıyız. İkinci Kuvay-ı Milliye ruhu ortaya çıkmalıdır. Emeğin de hissedar olduğu sanayi hızla kurulabilir. Ekmek parası için yâd ellere düşmüş evlatlarımız kendi vatanlarında daha aza râzıdırlar. Bu ümidi ve bu imkânı arz edecek çabayı göstermeliyiz.
Dün fatih olarak gittiğimiz ülkelerde bugün iş aramak zilletine düşmemeliyiz. Âtıl hükümetlerin millî haysiyetimizin zedelenmesine göz yummamaları bir hacâlettir. Bilhassa Doğu bölgesi, tabiatının verdiği büyük imkânlar içinde yoksulluk ve sıkıntı çekerek yaşamaktadır. Bu bölgenin imkânlarının milletin faydalanmasına sunmak için elimizi toprağın bağrına daldırmalıyız. Özel teşebbüse kredi aktarması, faiz indirimi, vergi indirimi tanıyarak doğuya sevk edilmesi temin edilmelidir. Bu suretle yeni kurulan fabrikalar etrafında yeni bir çağ doğacaktır